Eskil ve Tuz Gölü çevresi, yıllar boyunca doğanın zarafetini, gökyüzünün rengini ve bereketli toprağın gücünü barındıran eşsiz bir coğrafyaydı. Ancak bugün o manzarada sessizlik hâkim. Bir zamanlar gökyüzünü süsleyen flamingolar, toy kuşları ve turnalar artık yok denecek kadar az. Tuz Gölü’nün bembeyaz yüzeyi, her geçen yıl biraz daha kararıyor. Çünkü bu doğa harikası bölge, insan eliyle yavaş yavaş yok ediliyor.
Eskil çevresindeki tatlı su kaynakları, kontrolsüz açılan kaçak kuyular ve yanlış sulama teknikleri yüzünden kuruma noktasına geldi. Yeraltı suları hızla çekiliyor, toprağın nem dengesi bozuluyor, tarım alanları çoraklaşıyor. Üstelik bu sadece toprağın değil, yaşamın da kuruması anlamına geliyor. Suyun çekildiği yerde artık ne bitki ne de canlı kalabiliyor.
Doğal yaşam, insanın yanlış müdahalesine daha fazla dayanamıyor. Eskiden bölgeyi renklendiren flamingolar, turnalar, toy kuşları, bağırtlaklar artık göç yollarını değiştirdi. Yaban hayvanları, suya ulaşamadıkları için yaşam alanlarını terk ediyor. Tilki, kurt, tavşan ve kaplumbağa gibi canlıların sayısı da gözle görülür şekilde azaldı. Tuz Gölü’nün etrafındaki sessizlik, aslında doğanın yardım çığlığıdır.
Ne yazık ki, sadece kaçak kuyular değil, araçlarla gölün içine girilmesi de doğayı büyük ölçüde tahrip ediyor. Tuz Gölü’nün yüzeyinde oluşan derin tekerlek izleri, beyaz örtüsüne kazınmış kara yaralar gibi duruyor. Tuz tabakası kırılıyor, altındaki yapı bozuluyor. Bu durum gölün doğal dengesini yok ediyor ve geri dönüşü imkânsız bir süreci başlatıyor.
Oysa Eskil halkı, bu toprağın gerçek sahibidir. Doğayı korumak, sadece çevrecilerin değil, her bir Eskilli’nin sorumluluğudur. Suyun, toprağın ve gölün geleceği için kaçak kuyular kapatılmalı, denetimler sıklaştırılmalı, bilinçli sulama yöntemleri uygulanmalı. Araçların göl içine girişi kesin olarak yasaklanmalı.
Unutmayalım, doğa intikam almaz; sadece dengesini korur. Eğer biz o dengeyi bozmaya devam edersek, kuraklıkla, sessizlikle ve yok oluşla karşılaşırız. Tuz Gölü’nün sessiz çığlığını duymayanlar, bir gün kendi sesini de kaybeder.
Doğanın fısıltısı bu kez çok net: “Beni koru, yoksa seni de koruyamam.”
